Kur’ân nazmının ve üslûbunun mevcut Arap edebiyatındaki şiir ve nesir metodlarının fevkinde oluşu; kelime, cümle ve ayetlerin düzeni, vakıf ve maktaları, durak yerleri ve bölümleri itibariyle eşsiz ve benzersiz bulunuşu, Kur’an’ın bir mucize olduğunu göstermektedir. Kur’ân; gerek fesâhat ve belâgatı, sözünün üstün, güzel ve son derece tesirli oluşu, gerek telifindeki güzelliği, kelime ve cümlelerin birbiriyle uygunluğu bakımından mevcud Arap fesâhat ve belâgatının üstüne çıkmıştır. Arapların çok sayıda şâir, edîb ve hatipleri, Kurân’ın eşsiz ve benzersiz güzelliği ve açıklığı karşısında apışıp kalmışlardır. İbn-i Hacer (r.âleyh) diyor ki: “Yüce Allâh Resûlullâh (s.a.v.)’i gönderdiği zaman, Arapların şair ve hatipleri pek çoktu, lügat ve edebiyat bilgileri zirvesine çıkmış bulunuyordu. Peygamberimiz (s.a.v.) ise, her sınıf ve tabakadaki insanların tamamını Allâh (c.c.)’a ve O’nun Kitab’ına davet etti. Kur’ân’a ve O’nun küçük bir suresine bir benzer getirmeleri için onlara meydan okudu, sonra savaş meydanlarına çağırdı. Onlar ise, Arap edebiyatının bütün inceliklerine vakıf oldukları, şairleri ve edipleri de çok olduğu halde, Kur’ân’a kelâm cinsinden bir şeyle muâraza etmekten âciz kaldılar. Bu durum, Kur’ân’ın mu’ciz olduğunu gösterir. Aklı olan bunun böyle olduğunu anlar ve kâbul eder. Çünkü küçük bir sure veya birkaç ayet topluluğu getirebilselerdi, kolaylıkla Kur’ân dâvasını baltalamış, müslümanları ve Peygamber (s.a.v.)’i müşkil durumda bırakmış olacaklardı. Savaş meydanlarında birçok canların telef olmasına, pek çok malın elden çıkmasına gerek kalmayacaktı.” (Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri,S.207)